10 Ocak 2011 Pazartesi
Heartbeats (2010)
Çirkinkamera’yı takip edenler henüz birkaç yazı yayımlamış olsak dahi, filmleri a) yönetmenin gözünden b) izleyicinin gözünden c) bir izleyici olarak öznel bakışımızdan d) eleştiri metotlarından yola çıkarak yorumlamaya ya da yapısökümüne uğratmaya çalıştığımızı fark etmişlerdir. Heartbeats bu neviden filmlerden değil.
Filmin ana meseleleri sevgiliden ayrılmak, aşk üçgeni, başka…başka..başka bir şey değil. Bu iki meselenin anlatılışı iki saate varan metazori gevezelikten öteye gidemiyor. Sevgilisinden ayrıldıktan sonra kendisine pek mühimmiş gibi gelen herzeleri, dağınık bir bilinçle etrafa yayan bir arkadaşı dinler gibiyiz. Zaten filmde de sevgilisinden ayrılmış ya da aşk meselesinden (hetero ya da homoseksüel ya da ikisi de olması ya da ikisinden biri de olamaması) çok çekmiş, ana hikâyeyle çok alakalı olmayan karakterlerin itiraflarına şahit oluruz. Gerçek hayatta bu arkadaşlarımızı dinlerken sırf ayıp olmasın diye başımızı salladığımız gibi filmde de her hikâyeye biraz da can sıkıntısından kulak veriyoruz. Ama malumunuz sinema tarihi gözümüzü üzerinden ayıramadığımız filmlerle doludur.
Xavier Dolan, biraz da çıraklığından olsa gerek, bu tarz filmlerin yönetmenlerinin üslubunu kullanıyor. Ki bu kullanım çoğu zaman maksadını aşarak intihale kadar varıyor. Jim Jarmusch’un film çekmenin altın kuralları yazısını bilenler hatırlayacaktır; orijinal diye bir şey yoktur ve gerekirse çalabiliriz de. Ya da Godard’ı hatırlayalım; Önemli olan hangi filmden neyi alıp almadığınız değil onu nereye taşıdığınızdır. Xavier Dolan’ın şimdiye kadarki iki filminin kusuru da ödünç aldıklarını henüz bir yere taşıyamamış olmasında yatıyor.
İlk filmi I Killed My Mother’da bir ergenin annesiyle ontolojik dalaşını, bir sinema öğrencisinin bütün bildiklerini yeni bir kalıba dökemeden ortaya saçan yönetmen, ikinci filminde de -en azından şimdilik- kendisinden bundan maada bir şey beklemememiz gerektiğini hatırlatmış oluyor. Filmin birkaç orijinl ve başarılı sahnesi bile (şemsiye ve ergen homoseksüel kahramanın merdivenden aşağı inişi) -maalesef- başka bir filmden intihal kuşkusu yaratıyor.
Aşk üçgeninin ne olduğu Rene Girard tarafından layıkıyla anlatılmıştı. Bkz. (http://bugunteoricineyaptin.blogspot.com/2010/10/rene-girard-ucgen-arzu.html) Xavier Dolan aşk üçgeni temasını alıp herhangi bir şekilde üstüne bir şey katmadan, hetero ama Adonisvari erkek, hetero kadın ve homoseksüel erkek kalıbına yerleştirip kullanıyor. Bu filminde yabancılaştırma etkisini (kameranın amatörce zoom-in, zoom-out’larıyla) kullanmayı öğrenmiş olsa da, film ne karakterlerin aşk üçgeninin mahiyetini ne de yönetmenin yönetmenliğin mahiyetini kavradığı bir şekilde sona eriyor. Tıpkı sarhoş arkadaşımızın itiraflarının ne kendisine ne de bize bir yararı olmaması gibi.
biraz fazla yermişsiniz, izlemeye değer bir film bence. ama yazdıklarınızın çoğu da film incelemesi açısından gerçekten beni çok aydınlattı teşekkürler:)
YanıtlaSil