4 Ocak 2011 Salı

The Maid (2009)



Sundance Film Festivali’nin vasat filmleri taltif etmesinin medarı nedir? Winter’s Bone ve The Maid gibi sinemanın etlisine sütlüsüne pek karışmayan filmleri ödüllendirerek bizlere izletmesinin hiçbir açıklaması yok. Herhalde, ne olursa olsun, her sene yüzlerce film çekilmesi gerektiğini düşünüp sürümden kazanmaya çalışıyorlar. Sundance’in eleştirel bakımdan festival kanonundan çıkmasının, böyle giderse, pek yakın olduğu aşikar.

Filmin storyline’ı yapım şirketi tarafından şöyle özetlenmiş: Bir kadının kendini yeniden keşfi, bu arada zihinsel hizmetkarlıktan kurtulması. Filmin tagline’ı ise: “O, hemen hemen aileden sayılır”.

Filmin afişine bakıldığında bir Bunuel ya da Haneke filmi beklentisi hasıl olmaktadır. Kapaktaki kadının bir şekilde dolacağını ve efendilerine karşı bir saldırıya geçeceğini düşünürüz; ama anlıyoruz ki Raquel’in böyle bir kızgınlığı yoktur. Raquel’in yüzündeki gerilim, patlamaya müheyya bir nefret değil, 20 yıldan sonra hala hizmetçi olabilme umududur.

Şilili bir ailenin yanında 20 yıldır hizmetçilik yapan Raquel’in hikayesine bakıldığında, hiç de yapım şirketinin belirttiği gibi “sosyal hiyerarşi mikrokosmosu”nun üzerine eğilmediği görülebilir. Daha doğrusu, filmin anladığı sosyal hiyerarşinin kendi içinde sınıfsal olarak tasnif edildiği açık. Bu filmde, sınıflar ya da “farklılıklar” çatışması üzerine herhangi bir şey bulamıyoruz. Hizmetçi sınıfının efendiye hiç dokunmadan, hatta dokunduğunda zarar vererek, tecrübe ettiği çekişmeler, yine hizmetçiler arasında kalmaktadır. Evin anneannesinin dediği gibi bunlar sadece “hizmetçi savaşları”dırlar.

Filmin sınıfsal meselelerle herhangi bir derdinin olmamasının nedeni, daha çok hizmetçi Raquel’in zihinsel hizmetçilikten kurtulmasıdır. Bu liberal tasavvur kendi içinde binlerce kez çelişkiye düşer. Raquel hem evin tek hizmetçisi hem de tek kızı olmak istemektedir. Yönetmene göre Raquel’in çelişkisi, hizmetçiliği, evden-aileden biri olmakla eşit saymasıdır. Halbuki, efendi için böyle bir şey söz konusu bile değildir.

Anlıyoruz ki, bu evden biri olma iştiyakının nedeni de Raqeul’in kendi ailesiyle yaşadığı sorunlardır. Ailesinden bahsetmeyi pek sevmeyen, izin günlerinde dahi kendisini üyelerinden biri addettiği ev mikrokosmosundan dışarı çıkmayan Raquel’in evin kızı olma isteği, hizmetçilik görevini aksatmasına neden olur (Raquel’in baş ağrıları). Raquel evin hakiki kızıyla kavga içindedir. Eğer bu bir Bunuel ya da Haneke filmi olsaydı, Raquel’in kavgası evin kızı olmak için değil, evin –her iki anlamıyla- hanımı olmak olurdu. Böylece, Raquel bir şekilde, evin hanımı dışında herkesle iyi geçinir, anneyi yerinden ederdi. Halbuki, yerinden etme arzusu değil, tam tersine, bir öykünme söz konusudur. Raquel dışarı çıktığında, gidip kendisine evin hanımının hırkasının aynısını alır. Raquel’in tek gerçekliği ev ve evin hanımıdır. Öz annesi doğum gününü kutlamak için aradığında, evdekilerle beraber bir kutlama yaptıklarını söyleyip telefonu kapatıverir.

Hikaye açısından parlak olmayı bırakın, tutarlı olmayı dahi beceremeyen filmde, bir anda başka bir hizmetçinin Raquel’e yardımcı olmak için tutulması söz konusu olur. Meğerse, Raquel’in kızgınlığı, eve değil, eve yeni gelen hizmetçiyeymiş. Film bu noktadan sonra Raquel’in diğer hizmetçilere ettiği kötülükler çeşitlemesi haline gelir. Raquel kendi muhayyilesinde yarattığı evin dışına çıkmak istemediği gibi, kendi sınıfından bir başkasının da bu gerçekliğe dahil olmasını istememektedir. Ta ki, eziyet ettiği hizmetçilerden biri ona “Sana ne yaptılar böyle” diyene kadar.

Söz konusu hizmetçi, Raquel’i “mutsuz bilincinden” kurtarır, onu dış dünyayla tanıştırır, hatta az kalsın, ilk defa, sevişmesini sağlar. Böylece, başka bir hizmetçi fikriyle barışan Raquel’in baş ağrıları geçer. Filmde bu noktadan sonra başka bir hizmetçi de olmaz, baş ağrısı da. Raquel mutlu mesut “hemen hemen” aileden sayılmaya ve de hizmetçilik yapmaya devam eder. Bu arada, ne hikmetse, annesiyle barışır, hatta ondan özür diler. Raquel’in, “ömrü boyunca evde kalmayı düşünmeyen” son hizmetçinin kıyafetleriyle koşuya çıkmasıyla biter film.

Hasılı, baş ağrıları Raquel’in değil, evin fertlerininmiş. Filmde, bir yerde, Raquel goril maskesi takar. Raquel’in burjuva ailelerine musallat olan bir Frankeinstein olması ‘musibeti’, yönetmenin çabalarıyla önlenmiş olur. Filmin Marksist (sınıfsal) bir bakış açısından vareste olması, aslında, kendi sonunu da hazırlar böylece.

Filmi ciddiye alıp üzerine bu kadar eğilmemizin nedeni, okuyucuları 95 dakikalık bir eziyetten kurtarmak içindi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder